SIRA BİZE GELDİ…

Yaşam şartlarını zorluyor gönlüm. Bir o yandan bir bu yandan. Dalgalar sahile vuruyor ve ben limanın kenarında ıslanıyorum. Kocaman bir yırtık ama eskimiş. Lakin tuzlu suda yıkanmış temiz bir denizci yagmurluğun da kendimi karayel içerinde sert dalgalarda boğuşurken görüyorum.


Ben de biliyorum bu hava pek balık yapmaz. oysa biz yemlenmiş pareketalar da uzun kum sahiline kuzeye doğru salmaya başladık ucu yemli oltalarımızı, ucu ucuna 250 iğne doldurmuştuk. Yemli sepetlerimizde. dalgalar çarpıyor motorumuzun güvertesinde bizler yalpalıyoruz, gözümüz kuzeyden başkasını görmüyor. Çalışıyoruz bıkmadan uzanmadan.

Sahilde, limanın bir kenarında bizim cafe de yaşamın en derinliklerinde biz bizeyken hafta sonu amansız bir günde. Ne bilebilirdik ki bizim balıkları yem olarak kullandığımız günde, çay faslının son bulacağını,

Sosyete değilken yeşil çay kültürüne alıştırılmıştık bir özgün günümüzde. Sağlıklı dediler. Gülmeden merakımızla içtik. Şekersiz..içimizi eriten en mutlu günlerimizde. Hırs değildi bizim ki. Biraz gülümsemek. Biraz mutluluk saçmak. Biraz özğürce davranmak. Hepsi bu işte. Mesai dolumu boyunca aç kalmak. Daha ince, daha narin, daha zengin. daha dingin görünmek içindi her şey. Uymuştuk işte bir keramete.

Fransız lambalarının altında, bir Fransız fahişesi olarak müşteri beklerken sokağımın bir köşesinde, sol cephede dörtlü masada iki arkadaş çay içerken görmüştüm zatı muhteremi ama şekersiz.

Hava oldukça soğuktu, üzerinde palto ve boynunda kaşkolu ile yaşama merhaba dediği bir hafta sonu, merhaba derken dostuma uzaktan…. Ne bilebilirdim ki uzaktan gelen habersiz mektubu. Eyy dostum. ye artık yeee. Diyebilirdim beklide. Direncine direnç katabilmek için.

Üzüldüm. Neye üzüldün derseniz. Gencecik karanlıkta kalmış hayallerin gün yüzüne çıkmamasına üzüldüm. İdeallerin. Yaşama sevincinin hayata şarılışına ve hayallerin gerçekleşmemesine üzüldüm.

Herkes bir dostunu kaybetti. Herkes arkadaşını kaybetti. Herkes bir yakınını kaybetti. Mesai arkadaşını. Merhaba dediği bir insanı kaybetti. Hep en iyi dileklerinle tanıdığı bir insanı kaybetti. Ve ben hiç tanımıyordum.

Ben tanımıyordum. Sadece Emine Kaban’dan cenaze töreninden kalan yakasına takılan resmi ile tanıdığım kadarı ile hatırladım!! Heyy ben seni tanıyorum, tanıyordum dostum dedim içimden. Sonra itiraf ettim. Onu tanıyorum… seni tanıyordum..

Sen.

Sen, hani o hafta sonu kav cafenin soldan ilk masasında o soğuk kış günü paltosuna sarılmış. Şekersiz yeşil çay içen değimliydin. yoksa sen uzun boylu endamınla Yenimahalle ye yürüyen Semra değimliydin. Ve sen bizim dostumuz değimliydin. Merhaba dediğimiz. Arkadaşımız. Sen kuvayı milliye değimliydin.

Limanda dalgalar sert esmeye başladı. Ne lodos dinliyor bedenler. Ne karayel. Nede poyraz. Ne eserse limanda vuruyor dalgalar mendireğe. sahile vuran dalgalar değil, yaşam aslında bir tokat gibi çarpıyor bedenimize. Aynı yaşta ayrı bedenlerde bir mücadelede olmak vardı yaşamımızda. Ayrıydık. Ne tanışıklığımız vardı nede merhabamız. Sadece aynı kulvar da, aynı havayı teneffüs eden insanlardık. Lakin aynı yaştaydık!!

Bindik bir alamete gidiyoruz keramete. Neden bu kadar acele? Bunun hesabını sorabilecek cesareti kendimizde bulamıyoruz. Aynı yaşta bir dostumuzun yalnız yolcuğunda uğurlar olsun diyoruz..

Korkunun ecele. Yaşamın fazla heyecanına gerek yok. Mücadele ediyoruz. Yaş 50 ve sıra bize geldi. Artık bizde gidiyoruz..gidiyoruz..

Kimimiz sigaradan, kimimiz kanserden. Kimimiz çaydan. Kimimiz kalpten Kimimiz rakıdan. Kimimiz hırslarımızdan, kimimiz, kimimiz beklide bizler giderken ecel lafı edecekler dostlarımız. İnanmayın.

Bizler hatalarımızla, yapabildiysek sevaplarımızla. Ama biz yalnız gidiyoruz.

Sıra bize geldi…

Mustafa BALCI.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ATATURK'UN OLUM SEBEBI SIROZ MUYDU?

SİYAH MARTI

1.2.3.4. YANLIŞ BİR DOĞRU ETMEZ.